Ömer, İhsan, Çağrı, Arzu ve Nazife haricinde grup Naletleme’ye doğru harekete geçti. Güneş tepemizde cayır cayır yakıyor. Dört saatlik bir yol var önümüzde. Yarım saatte bir kısa molalarla, kayalara varana kadar yürüyüş rahat, genelde çimen, ufak kaya ve toprak olan patikalardan yürüyoruz.
Naletleme’yi gördüğünüz zaman neden öyle dendiğini anlayacaksınız demişlerdi ki anladık herhalde. Son bir saat sanırım yine kayalık ve hareketli zemin üzerinde geçti, ufak bir karlık alan üzerinden geçip son kayaları da aşınca Naletleme’ye ulaşmış olduk. Yürüyüşün başında konuşa konuşa yürürken bir anda yine genel bir sessizlik kapladı etrafı. Nefesler sadece yürümeye yetiyor.
13:00 Naletleme Gecidi 3400 m.
Hava açık ama esiyor, dağın güneyi ve kuzeyi arasındaki farkı net olarak görebiliyorsunuz. Çorak ve sulak. Dört tarafınız dağlarla kaplı; zirve, Kemerli Kaçkar, kuzeyin ormanları gözlerinizin önünde. Önder bize Chicago’nun bir parçasını dinletirken, Bahar’da yöreye uygun bir Karadeniz havası dinletti.
Fotoğraflar çekilip, keyif sigaraları içildikten sonra kuzeye iniş başladı. Karadeniz Göl’ünü gördüğünüz anda ister istemez oturup biraz olsun seyretmek istiyor insan. Solda ufak bir göl daha görünüyor, tüm dağ üzerine yansıyor, hangisi daha güzel karar vermek çok zor.
Rehberlerin çantasından çeşitli enerji içecekleri ve yiyecekleri çıkmasına alışmış oluyorsunuz bu kadar gün içinde ama karpuz çıkınca gözlerinize inanamıyorsunuz. Sabahtan hazırlanmış kumanyalar yendi, karpuz keyfi yapıldı. Karpuzun yanındaki tüpü görünce yok artık dedim. Meğer gelen kampçılardan biri unutmuş J . Bahar, Murat ve Murat yine bizi şaşırtmayarak göle girebilen üç kişi oldu, onun haricinde herkes şişen ayakları suda dinlendirdikten sonra, kayaların üzerinde güneşlenme durumuna geçti. Muhtemelen bir saatlik bir moladan sonra aşağı iniş başladı. Güneydeki kurak toprağa alışıp, çiçeklerin arasında yürümeye başlayınca şaşırıyor insan ister istemez. Patikalar çok güzel, dizi sakatlanmış olanlar haricinde eziyet çeken kimse yok. İlk varılan nokta Yukarı Çaymakcur, yemyeşil bitkilerin arasına saklanmış ufak yerleşimler. Taşın üzerinde iki teyze ve torunları oturuyor. On günlüğüne yaylaya çıkmışlar. Oğlanı annesi gelip alacakmış. Ayrıca teyzelerden biri gençliğinde gündoğumunu izlemek için zirve yaptığını belirtmiş ki, bu da gece yürüyüşü demek oluyor. Selamlaşıp geçiyorsunuz, daha yol var kampa. Artık toprak araba yolundan yürünüyor. O yaylaya kadar araba ile çıkılabiliyor. Ama yolda arbayla karşılaşmıyorsunuz, sadece toprak yol. Kampa varmadan önce adını hatırlmadığım ama kısa molalardan birini verdiğimiz banklı alan var. Rakım 2060 m. Son yarım saatlik yolda yağmur çiselemeye başlıyor, aman yine mi doluya tutulacağız yoksa. Neyseki sadece beş dakika sürüyor ve biri ufak diğeri ufağı kapsayan ve arka arkaya duran iki gökkuşağı ile bitiyor. Kaplıca Belediyesi’nin yaptırmış olduğu köprünün üzerinden kamp alanına doğru ilerliyoruz.
18:00 Aşağı Çaymakcur 1850 m.
Kamp alanı, dört tarafı orman ile çevrili, neredeyse tek düzlük. Gerçi düzlük demekte biraz yanlış, çadırları kurmak için düz alan bulamıyorsunuz. Evet bu akşam da tırtıl modu var, ama pek fark etmiyor artık, alışılmış durumda. Eşyalar bizden önce vardığı için, kampa vardığımız anda yine Bülent’İn yaptığı çorba hazır, yanında ise Arzu ile Nazife’nin yaptığı mis gibi patates yemeği. Çadırlar gece olmadan kuruluyor, o arada ateş için kuru odun bulmak için, ona yakın ateş böceği sıra halinde ormanın içine giriyor. Islak odunlar yanmakta bayağı zorlansalar, yanmaları için altlarına ufak tüp konsa bile kuruyorlar ve yanıyorlar, yavaş yavaş ısınmaya başlıyoruz. Arkada dağların üzerlerinde silüetlerini gördüğümüz çamların arasından ay doğuyor. Dolunaya çok yakın, ışık olmadan etrafı çok net görebiliyoruz. 23:00’e kadar ateş başında geçiyor vakit. Ateşin nasıl söndürüldüğünü soru işareti olarak bırakmak daha keyifli şu anda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder